Tüm yönleriyle İBB İddianamesi | Mümtaz'er Türköne ile söyleşi

13.11.2025 medyascope.tv

13 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Türkiye'nin gündeminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi hakkındaki iddianame var. İddianameyi Prof. Mümtaz’er Türköne ile tüm yönleriyle değerlendireceğiz. Hoş geldin Mümtaz’er.
Mümtaz’er Türköne: Eyvallah.

Ruşen Çakır: , senin hapis yatma deneyimin benden fazla. Her ne kadar siyaset bilimci olsan da akademisyen olarak epeyce hukuk bilgin var. Yani hem siyaseti hem hukuku hem cezaevini ve yargı sistemini de biliyorsun. Şimdi, dev bir iddianame var karşımızda. Buna olabildiğince hızlı bir şekilde hepimiz göz attık, baktık, notlar aldık. Sağda solda yazılanlara da baktık. Önce bir girizgâh olarak şunu sorayım. Bu iddianame ile ilgili genel izlenimin nedir?
Türköne: Hukukta, yargı ekonomisi veya hukuk ekonomisi diye bir tabir vardır. Bir davanın, zaman içinde mümkün olan en hızlı, en süratli şekilde neticelendirilmesini anlatır bu tabir. Yani yargıç davayı sündürmemek, uzatmamak, mümkün olduğu kadar onu, ‘’gecikmiş adalet, adalet değildir’’ mantığıyla kısa zamanda sona erdirmek, hükmünü vermek mantığıyla hareket etmelidir. ‘’Hukuk ekonomisi’’ dedikleri şey bu. Bu iddianame tam tersine, mümkün olduğu kadar bu davayı uzatmak, sündürmek, mümkün olan en ileri gelecekte neticelenmesini sağlamak üzerine kurulmuş, 3741 adet pösteki koyuyor önümüze. ‘’Oturup tek tek tüyleri sayın" diyor. Bir kere, başlı başına bu, bu davanın birkaç yıl süreyle Türkiye'nin gündemini alması, sürüncemede kalması, sündürülmesi ve neticelenmesinin çok uzun vadeli hesaplanması, bu iddianamede bir iyi niyet yoksunluğu olarak okunabilir. Yani savcılar, bu dava ile iddia makamı iddiada bulunacak, mahkeme yargılayacak ve bir hükme varılacak. Bir hükme varılmasını amaçlanmıyor. Doğrudan doğruya iddianame ile ipi çekmişler, oturtmuşlar darağacına, infazı gerçekleştirmişler. Öyle bir manzara çıkıyor ortaya. İlk izlenimim bu. Yani yargı ekonomisi açısından iyi niyetli bir dava değil bu. Sanıyorum çok da konuşulacak, eleştirilecek.
İkincisi, iddianamenin üzerine oturduğu omurgada bir sakatlık var. Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde suç örgütlerini tanımlayan 7 tane fıkra var. Her biri ayrı bir şeyi düzenliyor. Son zamanlarda çok sık kullanılan bir ceza maddesi bu. Bu iddianame bütün o yolsuzluk, irtikap, rüşvet, bilmem ne türü şeylerin hepsini, sadece onlar değil, 220. maddenin içine tıkıştırıyor. TCK 220. maddesi mantığı da şu. Araç maddelerden bir tanesi bu. Araç tanımlardan biri. Yani suçun amacı vardır. Bu, amaca müteallik bir şey değil. Bir amacı gerçekleştirmek için başvuracağın araç, çete, örgüt. Peki, ne diyor bu iddianame? Kamuoyu araştırmalarına göre %60 civarında halk desteği olan bir siyasi lideri, bir örgütü liderine dönüştürmeye çalışıyor.

Ruşen Çakır: ‘’Suç örgütü lideri’’ diyor.
Türköne: İddianameyi dikkatle okursanız, örgütle suç örgütü arasında bir ayrım gözetmiyor. Çok sık ‘’örgüt’’ tabiri kullanıyor. ‘’Örgüt’’ tabirini kullanarak metni çoğalttığınız zaman, bu adamın ‘’siyasi örgüt lideri’’ olmasıyla, ‘’suç örgütü lideri’’ olması arasındaki fark gözden kaçıyor. Türkiye’de uzun bir süre bu ‘’terör’’ kelimesine pejoratif bir anlam yüklendi ya, en kötü şeyleri terörle ifade ettiler. ‘’Örgüt’’ tabirinde de böyle bir şey yaşandı. Hatırlarsan, 70'li yıllarda siz ‘’örgüt’’ derdiniz, biz teşkilat derdik. Böyle bir kavram farklılaşması vardı. Şimdi birçok yerde doğrudan doğruya ‘’örgüt’’ tabirini kullanıyor ve orada bir fluluk ortaya çıkıyor. Mesela ‘’ bütün bu suç örgütlerinde hiyerarşi vardır, disiplin vardır, gizlilik vardır, süreklilik vardır’’ diyor. Bu saydığı şeylerin hepsi örgütlerde de var, siyasi partilerde de var. Yani üzerine inşa ettiği şeyler bunlar. Bir siyasi hareketin lideri gizlilik şartına uymak zorunda. Karşısında iktidarı elinden alacağı ve iktidarda olan bir güç var. Elinden geldiği kadar dışarıya bilgi sızdırmadan, stratejisini, hareket tarzını, taktiklerini, mutfak çalışmalarını yürütürken buna dikkat etmek zorunda. Ama sen bunu bir suç unsuru olarak sayıyorsun. İddianamenin başı böyle başlıyor. Yani ‘’gizlilik’’ diyor. ‘’Hiyerarşi’’ diyor. Bir siyasi hareketin liderinin altında mutlaka bir hiyerarşi oluşur. ‘’Süreklilik’’ diyor. Elbette ki sürekli bir çaba olacak. Örgütlü bir çaba zaten sürekli olur. Zaten Ekrem İmamoğlu Suç Örgütü’’ tabirini kullanarak, onun üzerine inşa edilmiş bir iddianame bu. Ekrem İmamoğlu adını kullanarak, bütün yürütülen soruşturmayı TCK 220. maddeye tıkıştırıyor.
Buradaki sakatlık şu: İktidara gelmek için örgütlenen, iktidara gelmek için faaliyette bulunan bir ekibin çalışmaları ile bir suç örgütünün çalışmalarını birbirinden farklı kılan nedir? İddianameye bakarsanız, arada fark yok. Zaten iddianamenin birçok yerinde tekrarlıyor. Mesela aldığım notlardan biri, ‘’Cumhuriyet Halk Partisi'nin ele geçirilmesi ve sonrasında gerçekleştirilecek olan Cumhurbaşkanlığı Seçiminde örgüt liderinin aday gösterilmesi.’’ Böyle bir suç olabilir mi?

Ruşen Çakır: O ‘’örgüt lideri’’ olarak tanımladığı kişi, ön seçimde CHP'nin aday adayıydı biliyorsun. 19 Mart operasyonu olmasaydı, belki CHP'nin 500 bin, 600 bin üyesi gidip oy kullanacaktı onun için. Ama 19 Mart'ta bu savcıların yaptığı operasyonun ardından, 15 milyon kişi o dayanışma sandığında oy kullandı. 15 milyon kişinin oy kullandığı bir örgüt müdür? Yani burada iki boyut var. Biri, örgütün boyutu anlamında. Bir de aslında ‘’neye niyet, neye kısmet’’ anlamında. Normalde, bu operasyonla siyaseten yapılmak istenen neydi? Ekrem İmamoğlu'nu hızlı bir şekilde itibarsızlaştırmak ve onun siyasi iddiasının da bununla birlikte azalmasıydı. Ama tam tersi oldu.
Türköne: Tam tersi oldu ve tam tersi olmaya da devam edecek. Şimdi biz yine iddianamenin içeriğinden yola çıkarak, o yapısal omurgasına dair şeyler üzerinde duralım istersen. Normalde böyle bir iddianame hazırlanacaksa, siyasetin finansmanıyla ilgili bir dava dosyası olması lazım. Yani adam cumhurbaşkanı adayı. Onu finanse etmek için çeşitli yollara başvuruyor veya elindeki kamu gücünü, kendi popülaritesini, kendi prestijini, toplum nezdindeki itibarını arttıracak şekilde kullanıyor. Buna dair bir soruşturma yürütürsünüz. Şimdi sorun şu: Türkiye'de siyasetin finansmanı ile ilgili hiç belirli bir kural yok. 2002-2007 arasında AK Parti'nin birinci döneminde siyasetin finansmanının denetlenmesi ile ilgili çok ciddi hazırlıklar vardı. Sonradan vazgeçtiler. Çünkü siyasetin finansmanı iktidar partisine avantaj kazandırıyor ve siz kamu gücünü istediğiniz gibi kullanıyorsunuz.
İddianamenin çok önemli bir kısmında şöyle şeyler var: Mesela ruhsat isteyen müteahhite ‘’Eğer ruhsat istiyorsan şuraya gidip bir kreş ya da yurt yaptıracaksın’’ diyor. Ya da fakir fukaraya dağıtmak için market kartları istiyor. Mevzuyu anlamak için çok önemli. İddianamenin 56 ve 58. sayfalarında rastladım buna. Aynen şu tabiri kullanıyor: ‘’Sosyal içerikli hizmetlere kaynak sağlanması.’’ Böyle bir suç var iddianamede ve iddianamenin içeriğinin yarıdan fazlası bundan oluşuyor. Müteahhit şikâyet ediyor, diyor ki: ‘’Ben Boğaziçi Kanunu'na göre ruhsat istedim. O da bana ‘filanca yere git bir tane kreş yap dedi. Ben kreşi yaptım, onun üzerine ruhsatı verdi.’’ diyor. Şimdi bu, soruşturma konusu ve iddianamenin büyük bir kısmı bunlardan ibaret.
Hatırlarsan, Soma maden faciasında, kömürü çıkartan şirket, AK Parti adına halka bedava kömür dağıtıyordu. Bu, çok yaygın bir şekilde kamu gücünü elinde bulunduranların kullandığı bir tekniktir. Buna klientalist bir ilişki denebilir. Seçmenle siyasi parti arasında veya aday arasında müşteri ilişkisi, yani menfaat ilişkisi denebilir buna. Bu, siyasetin finansmanı ile alâkalı çok ciddi bir sorun.

Ruşen Çakır: Araya giriyorum ama iddianamedeki suçlama ‘’Sosyal içerikli hizmetlere kaynak sağlanması.’’ Yıllar önce, daha 94 seçimi öncesinde İstanbul'da yeni ilçeler kurulmuştu ve oralarda yapılan belediye başkanlığı seçimlerinin çoğunu Refah Partisi kazanmıştı. Ben o belediye başkanlarından birisini ziyarete gittiğimde, makamında otururken bir iş insanı geldi. Hatta gayrimüslimdi, çok iyi hatırlıyorum. Belediyeyle bir sorunu varmış ve onun halledilmesi için başkana ricacı olmaya gelmiş. Başkan dedi ki: "Tamam, hallederiz ama sen de belediyeye bir çöp kamyonu hediye et.’’ Sonra döndü, beni tanıttı o işi insanına. Adam korktu, hiç unutmuyorum. Ben de gazeteye gidip ‘’ belediye başkanı böyle böyle yaptı’’ demedim. Çünkü gayet normal bir şey. Yani işini oldurmak için belediyeye katkıda bulunmasını istiyor. Bu çok normal. Düşünsene, bu benim anlattığım olay 93 yılında oluyor. Şimdi bu iddianamede, sosyal içerikli hizmetlere kaynak sağlanmasını bir suç olarak tanımlıyor.
Türköne: Sadece suç olarak tanımlamıyor. İddianamede yer alan olayların, olguların büyük bir kısmı bunlardan ibaret. ‘’Filanca müteahhitten kreş yaptırmak için şu kadar kaynak aktarmasını istedi. Ya da ‘’yurt yaptırmak için şöyle bir şart koştu’’ diyor. Aleyhinde ifade veren de ‘’Bana ruhsat karşılığı zorla kreş yaptırmaya kalktı’’ diyor filan. İddianame bu tür şeylerden oluşuyor.
Burada şöyle bir nokta var: Aslında bu siyasetin finansmanı ile ilgili mutlaka çözülmesi gereken bir meseleydi. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 1999 yılında kurulan Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO) isimli bir kuruluş var. Yolsuzlukla ilintili yasal çerçeve ve ilkelere uyumu izlemek, raporlamak, devletlerin yolsuzlukla mücadele standartlarına uyumunu denetlemekle yükümlü bir kuruluş. GRECO, Türkiye hakkında, belli aşamalarla tavsiye ettiği standartlara ne kadarına uyup uymadığı konusunda bir değerlendirme raporu hazırlıyor. Türkiye bu tavsiyelere uymadı, uymuyor. Birçok örnek yaşandı, benzer örnekler. Yani şöyle bir problem var: Diyelim senin 5 dönümlük bir arsan var. Belediye gidiyorsun, bu arsa için benzin istasyonu ruhsatı alıyorsun. Arsan 10 milyon liraysa, ruhsatı aldığın zaman o arsa 100 milyon oluyor. Belediye de ‘’buna karşılık bir tane iş makinesi al’’ diyor. Eskiden, senin gayrimenkulüne değer katacak bir şeye karar verdiği zaman, bunun için ‘’şerefiye’’ diye bir vergi alınırdı. Şimdi o yok, uygulanmıyor. Bu, doğrudan doğruya o gücü, kamu gücünü kullanan belediyedeki veya merkezi yönetimdeki kişilerin işine geldiği için, flu bırakılıyor.
Bu dava, aslında siyasetin finansmanına dair bir dava. Herhangi bir siyasi partinin, bir seçim dönemi boyunca, sadece o outdoor malzeme dedikleri afiş, bildiri, reklam panosu, gazetelere, televizyonlara verilen reklamlar, kiralanan arabaları alt alta yazıp topladığın zaman, normalde, kaynak göstererek harcayabilecekleri paranın 10 katı, 20 katı para harcıyorlar. Kimse de sormuyor bu paranın nereden geldiğini.

Ruşen Çakır: Ama mesela burada birtakım insanlar bu nedenle suçlanabiliyor. Daha önce Aziz Ihsan Aktaş’la ilgili davada da var. Mesela seçim kampanyasında o kişiye araç temin etmiş. Ondan suçlanabiliyor.
Türköne: Hâlbuki, hatırlıyorum, en son Mayıs 2023 genel seçiminin hemen öncesinde, Üsküdar’da, TOKİ’ye ya da Ulaştırma Bakanlığı’na ait siyah plakalı koskoca bir Tırın üzerinde, AK Parti’nin adayı Murat Kurum propaganda yapıyordu. Bunlar siyasetin finansmanı ile ilgili yolsuzluktur. Mesela, 2026 bütçesinde siyasi partilere hazine yardımı olarak 5 milyar lira ayrıldı. AK Parti’ye 2 milyar TL’nin üzerinde, CHP’ye 1,5 milyar civarında. Peki, nereye gidiyor bu para? Binaların kirasına, telefon paralarına, elektrik paralarına, varsa araçların masraflarına, parti binalarında çalıştırılan sekreterlerin, kadroların maaşına gidiyor. Miktar çok gibi görünüyor ama öyle değil. Siyasi partilerin dişinin kovuğunu doldurmaz. En küçük partiler, yani %7’nin altına düşen partiler, hazineden yardım alamıyor. Mesela Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Büyük Birlik Partisi ya da diğer küçük partiler neyle dönüyor? Bu sorunun cevabı yok.

Ruşen Çakır: İddianameye dönelim yine. Burada gizli tanıklar var, bir de etkin pişmanlıktan yararlananlar var ve suçlamaların büyük bir kısmı bunların itirafları üzerine kurulu. İddianamede tanıkların kullandığı çok sayıda ‘’duydum,’’ ‘’böyle söyleniyor,’’ ‘’hatırladığım kadarıyla,’’ ‘’duyduğuma göre’’ gibi ifadeler var. Bunu herkes yazdı zaten. Geçenlerde Özgür Özel de açıkladı. Bu gizli tanıkların ya da etkin pişmanlıktan yararlananların söylediklerinin ayrıca delillendirilmesi gerekmiyor mu?
Türköne: Özgür Özel, ‘’Tanık ifadelerine dayalı olarak tutuklama yapılamaz’’ diye ısrarla söylüyor. Delil lazım. Tanık ifadesi, en zayıf delil kabul ediliyor. Aslında tanık ifadesi, diğer delilleri aramak için bir vesile kabul ediliyor. Yani bir işarette bulunuyor. Onu takip ediyorsunuz. Şimdi çok daha esaslı bir sorun var. 3742 sayfalık iddianame, 105’i tutuklu 402 şüpheli, 15 tanık, etkin pişmanlıktan yararlanan 76 kişi var. Şimdi bu davanın nasıl görüleceğini gözümüzde canlandırmaya kalkalım. İmkânsız bir dava bu. Yani iddianameyi okuyacak mesela, iddianameyi okumayacak, özetini okuyacak. 3742 sayfalık iddianamenin özetinin okunması bile bir hafta sürecek. Sonra o tanık ifadeleri gelecek. Tanıklar tek çıkacak. Çünkü tanıkların hem savcı hem de avukatlar tarafından çapraz sorguya alınması lazım, doğru söyleyip söylemediklerini anlamak için. Silahlar orada tanıklar üzerinde, deliller üzerinde çarpışacak. Silahların eşitliği prensibi vardır, savunmayla, iddia makamı arasında. O dediğin tanık ifadeleri, zayıf ifadeler. Yani tamam, bunların hepsinin üzerinde durulur ama imkânsız bir şey.  O kadar tanığın ifadesi alınacak. Çıkacak, anlatacak, ‘’savcılığa verdiğim ifadeyi doğruluyorum’’ diyecek. Avukat bir şey soracak. Bu davanın ne kadar süreceğini gözümde canlandırmaya çalışıyorum. Bu davayı haftada 3 gün, 4 gün duruşma yapsan, 3 seneden aşağı bitmez.
Bu davanın hükme ulaşmak için açılmadığı çok açık bir şekilde görülüyor.  Doğrudan doğruya bu iddianamenin açıklanması ile Cumhurbaşkanı adayının, hatta Türkiye'nin en güçlü Cumhurbaşkanı adayı. Kamuoyu araştırmaları, mevcut Cumhurbaşkanının 10 puan önünde gösteriyor. Böyle bir durumda, siz bu iddianameyi sadece bir karşı propaganda malzemesi olarak kullanırsınız. Yapılması gereken de şu: İSFALT, İSKİ, İSPARK, Kültür AŞ gibi belediyenin kuruluşları var. Bunların her birinin ayrı dava konusu yapılması lazım.

Ruşen Çakır: Ayrıca birtakım ilave şeyler de gelecekmiş.
Türköne: Yani davanın görülmesinin imkansızlığı, , hukuk ekonomisine bütünüyle aykırı olması, peşinen bu davanın bir dava olmaktan çıktığı anlamına geliyor. Sanıklar nasıl bakarlar, nasıl davranırlar bilmiyorum, ama böyle bir yargılamanın sanığı olarak orada yer almak, iddia makamının iddialarına cevap vermek, tanıklarla tartışmak, delillerle ilgili fikir yürütmek mantıklı gelmiyor bana.

Ruşen Çakır: Olayı kişiselleştirmek istemiyorum ama mesela ben bu davanın sanığıyım. ‘’Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme’’ suçlaması. Ama burada benim hakkımdaki o kısa bölümle ilgili iddia makamına yönelik söyleyeceğim o kadar çok şey var ki. İddialar bir gizli tanığın ifadesine dayandırılıyor. Zaten onun da adı sürekli değişip duruyor; önce Meşeydi, şimdi İlke oldu sanıyorum. Bir de HTS kayıtları var. HTS kayıtlarında, Sanayi’deki eski Medyascope ofisi, şu anda bulunduğumuz ofis ve Galatasaray Stadyumu’nun olduğu yer eşleşiyor. Ben mahkemede bununla ilgili bir gün boyunca konuşabilirim. Yani çalışıp, hazırlanıp, o baz istasyonlarıyla ilgili konuyu tek tek bir gün içinde cevaplandırabilirim. Ama mesela Ekrem İmamoğlu için 828 yıldan 2352 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Ekrem İmamoğlu'nun sorgusu ve savunması herhalde günler sürecek. O zaman iş Özgür Özel’in söylediği gibi, süreç meselesi. Sonuç değil, süreç. Ama burada şöyle bir şey var, ben mi yanılıyorum bilmiyorum. Artık iddianame de çıktı, 7 bölümden oluşan 3800 sayfalık bir iddianame. Erdoğan’ın bu sürecin başında söylediği o ‘’Kimsenin yüzüne bakamayacaklar’’ sözü gerçek oldu mu? Olmuyor sanki.
Türköne: Siyasi tarihi bilirsin, Fransız İhtilali’nden beri çok örneği vardır. Bu tür siyasi davalar mahkemelerde görülmez, halkın önünde görülür. Mesela o meşhur Dreyfus davası, mahkemede görülen bir dava değil. Bütün Fransa'ya mal olmuş, kamuoyu önünde görülen önemli bir dava oldu. Bu, bütün siyasi davalar için geçerlidir. Menderes 27 Mayıs'tan sonra yargılandı. Fakat mahkemenin yaptığı yargılama ile halkın yaptığı yargılamanın farklı olduğu hemen görüldü. Bizim 12 Eylül'deki davalarımız da öyle. Siyasi davaların tamamı öyledir. Hatırlarsın, o dönemde DEV-SOL davasında da aynı şey oldu. Bizim MHP davası da yıllarca sürdü. MHP davasında ben 450. sanıktım, 600 kadar sanık vardı. Bazen haftanın iki günü, bazen üç günü yargılama yapılmasına rağmen, o dava yıllarca sürdü. O davada hâkim bu adam suçlu mu, suçsuz mu diye objektif bir kanaate varamayacağı için, insanlar yıllarca tutuklu kaldılar. Yani o dava, gecikmiş adalet hikâyesidir.
İmamoğlu davasına gelirsek, ben şunu ısrarla tekrarlıyorum: Bu dava teknik olarak, fiili olarak görülebilir bir dava değil. Bu dava, doğrudan doğruya kurumlara bağlanarak parçalanması ve farklı mahkemelerde görülmesi lazım. Bu kadar yüklü bir iddianamenin ve bu kadar uzun zaman alacağı peşinen belli olan bir davanın ısrar edilmesinin sebebi, Ekrem İmamoğlu'nu suç örgütü lideri olarak ilan etmek.

Ruşen Çakır: Peki, üniversite ve diploma meselesini bir kenara koyalım, o ayrı bir olay. Ekrem İmamoğlu hiçbir şekilde aday olamayacak mı?
Türköne: Bu dava görüldüğü sürece, Yargıtay’da kesinleşene kadar aday olabilir.

Ruşen Çakır: Başka davalardan gelen siyasi yasak varsa olamaz, ama bundan dolayı bir engel yok.
Türköne: Kesinleşme ihtimali çok uzak olduğu için bundan dolayı yok. İsterse 5 bin yılla yargılansın hiç önemli değil. Fakat cezaevinde tutuklu olduğu için başka engeller çıkartabilirler daha sonra. İddianameye gelirsek: Teknik olarak evet, bu bir propaganda metni, iddianame değil. Bu davayı taşıyacak bir omurga yok burada. Mesela biraz önce seninle ilgili bahsettiğin suçlama, TCK’nın 220/7 maddesi. Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım suçu. Şimdi bunu çuvalın içine tıkıştırmaya çalışıyorlar. Yani örgüt suçuna sokmaya çalışıyorlar. 3741 sayfayı bir arada tutan şey de o. Örgüt suçu olduğu için, o kadar insanı, tepede Ekrem İmamoğlu'nun olduğu bir suç örgütüne bağlayarak dava konusu yapıyorlar. Bu, siyasetin finansmanıyla alâkalı bir dava. Ergun
Göknel'in İSKİ davasını hatırlarsın. Burada da İSKİ davası gibi görülebilecek kısmı var. Kültür AŞ ile ilgili bir problem varsa… Bunların her biri ayrı tüzel kişilikler. Bu davadan şöyle bir şey çıkar ki zaten hesaplayamadıkları şeylerden biri de bu: İpe un sermek, zamana oynamak, bir propaganda metni olarak, ‘’vurduk geçtik’’ demek. Eğer böyle bir maksat gözetiliyorsa, bu, muhalefete avantaj kazandırır. Çünkü şöyle bir yola sokar: Bu davayı mahkemede bitirmek imkânsız. Bu davayı seçim sandığında bitireceksiniz.
Bu dava sizin seçim sandığındaki gücünüzü nasıl etkiler? iddianamenin kendisi, iddianamenin tartışılması, biraz önce söylediğim gibi bir siyasi faaliyetin suç örgütü faaliyeti olarak tanımlanması… Bunların hepsi karşıtlığını yaratır. Nitekim yaratıyor. 19 Mart'tan beri çok güçlü bir şekilde yaratıyor.

Ruşen Çakır: Bir de burada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın CHP’nin kapatılmasına yönelik bir başvurusu var. Bu sabahki yayınımda https://medyascope.tv/2025/11/13/mumtazer-turkone-ile-soylesi-tum-yonleriyle-ibb-iddianamesi/ onu da yorumladım zaten. Daha doğrusu, Başsavcılık ‘’Biz kapatma talebinde bulunmadık dediler ama Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvuru gerekçeleri, hem anayasada hem de Siyasi Partiler Kanunu’ndaki atıf yaptığı maddelerin hepsi, siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili maddeler.
Türköne: Siyasi partiler Kanunu’nun 101. maddesi siyasi partilerin kapatılması ile ilgili. Onu referans aldığın zaman zaten otomatik olarak Cumhuriyet Başsavcısına ‘’bu partiyi kapatın’’ demiş oluyorsunuz. Yani ‘’biz kapatın demedik’’ demeleri tam anlamıyla bir komedi.

Ruşen Çakır: Peki böyle bir şey bekler misin?
Türköne: İçimden ‘’Keşke yapsalar’’ diye geçiyor. Çünkü mesele siyasi bir dava olduğu zaman, artık kanunlar, hukuk normları, anayasa, bunların hepsini bir kenara bırakıp halkın verdiği tepkiye bakıyorsun. Ekonomik krizin bu kadar derinleştiği ve çıkış ihtimalinin giderek kaybolduğu şartlarda, böyle bir kapatma davası iktidara her şeyini kaybettirir. Kapatamaz. Anayasa Mahkemesi de kapatmaz. Beşte üç çoğunlukla karar vermesi gerekiyor kapatma davasında. Yani beşte üç gerekiyor, normal çoğunluk değil.

Ruşen Çakır: 2008’de AKP'nin kapatılma davasını hatırlıyorsun, 6’ya karşı 5 oyla partiyi kapatma istemi reddedildi. Sonuçta hazine yardımının yarısından mahrum bırakılmasına karar verildi. Ama bayağı kritik bir davaydı ve epeyce lobiler oldu. O tarihte AKP direkten döndü.
Türköne: Evet, direkten döndü, ama aynı zamanda o dava AK Parti’ye çok şey kazandırdı. O dava üzerinden seçime girdiler ve çok şey kazandılar. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi kapatmaz. Kapatmayacağını bile bile böyle bir davayı açarlarsa, o da CHP'ye çok şey kazandırır.

Ruşen Çakır: 19 Mart'tan bu yana yapılanlar tabii ki CHP’ye çok zarar verdi; insanlar tutuklandı, mağdur edildi. Ama siyaseten baktığımız zaman, tam tersine, CHP'de bir doping etkisi yarattı. Şimdi de bu iddianameyle birlikte, 19 Mart'ın ilk döneminde CHP'nin yakaladığı rüzgârı durdurmak istediler, değil mi? ‘’İddianameler çıkacak ve herkes susacak’’ dendi.
Türköne: Evet, öyle öyle bir beklenti oldu.

Ruşen Çakır: Ama o beklenti gerçekleşmedi.
Türköne: Şöyle bir şey oluyor derinde: Ben bunun siyasi iktidar tarafından da yeteri kadar fark edildiğini düşünmüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi muhtemelen farkında. İki farklı türde siyasi rekabet var. Bir tanesi kişiler arasında. Erdoğan'la İmamoğlu ya da Erdoğan'la mesela Erdoğan'ın karşısına aday olarak çıkacak Mansur Yavaş'la veya Özgür Özel’le bir rekabet var. İkincisi de siyasi partiler arasında rekabet var. Kişiler arasındaki rekabette Cumhuriyet Halk Partisi çok avantajlı. Kamuoyu araştırmaları, üç aday için de %10'luk ciddi bir fark gösteriyor. Fakat partiler arasındaki rekabette Cumhuriyet Halk Partisi o kadar avantajlı değil. Bu tür rekabetler, duygusal dozajı çok yüksek, halkın çektiği sıkıntılarla, mağduriyetlerle kolaylıkla özdeşleşen, kendilerini mağdur olanlarla özdeşleştirecekleri gündemler kişisel rekabeti kışkırtıyor. Çünkü duygusal havada hep kişilere yönelirler, kurumlara değil. O yüzden, cezaevinde hiçbir şeyle meşgul olamayan, müdahale edemeyen Ekrem İmamoğlu'nun popülaritesi sürekli artıyor. Gerçi sürekli mesaj veriyor.
Şimdi bu dava ile ipler gerilirse, ki Cumhuriyet Halk Partisi de hakikaten ipliği pazara çıkarma konusunda son zamanlarda çok becerikli. Özgür Özel miting alanlarında tane tane gayet güzel anlatıyor. Siyasetçinin en önemli vasfı, zor bir meseleyi basitleştirerek anlatmaktır. Bunu başarıyor Özgür Özel. Bu mesele de bu şekilde miting meydanlarında halka mâlolursa, o mağduriyetlerle özdeşleşerek, kişiler arasındaki rekabette Cumhuriyet Halk Partisi'nin çıkartacağı adayların hepsi, otomatik olarak siyasi iklime egemen olur. Bazen toplumda, daha çok da iş çevrelerinde, toplumun seçkinlerinde, bir seçim olduğu zaman, seçimden sonraki iktidarı satın almak, o geleceği satın almak faslında, hamleler, konuşlanma farklılıkları, kendilerini yeni mevzilere, yeni siperlere atma gibi çabalar görülür. Bu son zamanlarda artıyor anladığım kadarıyla. Bu çoğalır ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin üzerine de şöyle bir strateji izleme mecburiyeti biner: Bu bir iki aşamalı bir strateji. Birinci aşamada, mevcut iktidarı sandıkta devirmek. İkinci aşamada da kendi istedikleri iktidarı tesis etmek. Buna dayalı bir strateji ile giderlerse, mesela Ekrem İmamoğlu'nu Cumhurbaşkanı mı yapmak istiyorlar? Birinci aşamada mevcut iktidarı, yani Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığını sona erdirmek aşamasını gerçekleştirmek. Tabii bu, Kemal Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan'ın karşısına aday çıkması gibi değil. Doğrudan doğruya iktidarı etkisizleştirmek şeklinde olur. Bu birinci aşamayı gerçekleştirirlerse, çok kısa zamanda, 6 ay gibi bir süre zarfında, bu sefer ikinci aşamaya, yani Ekrem İmamoğlu'nun liderliğinde tekrar yollarına devam etmeye fırsat bulabilirler. Siyaset bu tür stratejiler üzerinden yürür zaten. İddianame çok aşırı derecede göstere göstere iktidar kaynaklı bir propaganda materyali gibi algılanacak, görülecek. Özellikle de davanın görülmesindeki imkansızlıklardan dolayı ve bu çete vurgusu, çete konusundaki ısrarı yüzünden.
Bir de söylediğim gibi, kreş yaptırmış, yurt yaptırmış, market kartı dağıtmış filan, böyle yığınla şey var, onların elenmesi ve tanık ifadesi dışında delile dayanan şeylerin ortaya çıkması gerekiyor. Bunlar mahkemede değil, kamuoyunda tartışılacak. Bazen iktidarlar bütün güçlerini kullanıp çok güçlü hamleler yaparlar. Karşı taraf da o hamlenin gücüyle karşı tarafın sırtını yere getirir. Ben, böyle bir manzaranın önümüze çıkacağı kanaatindeyim. Bu iddianame, ikna edici olması için arı, duru, özeti olan, sonra detaylı faslı olan, teknik olarak okunabilir, anlaşılabilir, görülebilir bir davanın malzemesi olarak çıkmış olsaydı, belki tersi olabilirdi. Ama öyle bir dikkat gösterilmediği ve bunun da kasıtlı olarak gösterilmediği, yani amacın zaten bu olduğu, zamana oynamak olduğu, muhalefetin Cumhurbaşkanı adaylığını ilan etmiş, bu konuda 15 milyon kişinin desteğini almış birini itibarsızlaştırmak kastı, maksadı, amacı çok açık görünüyor.

Ruşen Çakır: Eee Bakalım, bu dava yıllarca sürecek, bitmeyecek. Şimdi sen söyleyince hatırladım: Sizin toplu dava, bizim toplu dava, defalarca gitti geldi, gitti geldi Artık ben unutmuştum bile, sonunda bana bir şekilde beraat ettiğim haberi geldi, ama hiçbir heyecan da yaratmadı. Çünkü üzerinden bayağı zaman geçmişti. Hatta arada aflar çıktı, şu oldu, bu oldu. Türkiye'nin bütün sistemi değişmişti. Biz 12 Eylül'de yargılanmaya başladık, 12 Eylül bitti, Özal geldi, sonra Özal bir daha geldi. Hatta bizim dava bittiğinde Özal da kaybetmişti.
Türköne: Ben 146/2'den, yani anayasal düzeni zorla değiştirme suçundan yargılandım. On altı yıl sonra beraat kararı geldi.

Ruşen Çakır: Ben de 141/5 ve 146/2, iki ayrı davadan yargılandım.
Türköne: Biz cürümüz, örgütlerimiz farklı ama.

Ruşen Çakır: Evet yayını burada noktalayalım. Çok sağ ol Mümtaz’er. Mümtaz’er Türköne ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi iddianamesini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.11.2025 Ankara Mazlum Abdi realitesini ne zaman tanıyacak?
21.11.2025 Ve Selahattin Demirtaş noktayı koydu
20.11.2025 AKP ve CHP’nin İmralı ikilemi: Gitmek de zor kalmak da
19.11.2025 Ağzımız açık Devlet Bahçeli’yi izliyoruz
18.11.2025 Suriye’de “altın oran”ın peşinde
17.11.2025 Demirtaş’ı serbest bırakmak için daha ne bekliyorsunuz?
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
16.11.2025 Bir sivil darbe olarak 19 Mart süreci
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı